Fenerbahçe Ülker Basketbol Takımımız'ın deneyimli forveti Romain Sato,
TBF'nin resmi yayın
organlarından 20/10 Basketbol Gazetesi'ne röportaj verdi. İşte tecrübeli oyuncumuzun röportajının tam metni;
- Sondan başlarsak eğer; Euroleague’deki son
maçında eski takımın Panathinaikos’a karşı oynadın ve önemli bir
galibiyet aldınız. Senin için nasıl bir maç oldu?
Benim için değişik ve bir anlamda da duygusal bir karşılaşma oldu. Gerçi
Panathinaikos’ta geçen seneden Kostas Tsartsaris ve Dimitris
Diamantidis dışında kimse kalmadı. Takım halinde bir yapılanmaya
gittiler ve tamamen yeni bir kadro oluşturdular ancak bütün bunlara
rağmen yine de duygulanabiliyorsunuz. Sonuçta Panathinaikos benim
zirveye çıktığım ve Euroleague şampiyonluğu yaşadığım takım ama insan
karşısında sadece 2 tanıdık oyuncu görünce duygusallık seviyesi de ister
istemez düşüyor.
- Şimdi de hikayenin en başına dönelim; 80’li yılların başında siyasi
ve ekonomik sorunlar yaşayan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde dünyaya gelen
Romain Guessagba-Sato-Lebel, basketbolla nasıl tanıştı?
Ülkemde çocuklar belli bir yaşa geldiğinde ya futbol ya da basketbol
oynar. Ben de önceleri futbol oynuyordum, sonra arkadaşlarım sayesinde
basketbolla tanıştım. Sadece zaman geçirmek için kendime bir hobi
edindiğimi zannediyordum çünkü basketbol topunu ilk olarak elime
aldığımda 14 yaşımdaydım. O sıralar liseye başlamıştım, bir değişim
programıyla Amerika’ya gitme şansı yakaladım. Ohio’daki Dayton Christian
Lisesi’ne kaydolduktan sonra burada da basketbol oynamayı sürdürdüm.
İşler değişmeye başlamıştı; eğer burada basketbol oynamaya devam edersem
bana burs verebileceklerini söylediler. Ben de kabul ettim ve basketbol
bir anda hayatımın ilk sırasına yerleşti.
- Ardından Xavier Üniversitesi’ne gittin ve 4
sene boyunca eğitimine devam edip diplomanı aldın. Okulu yarım bırakıp
profesyonelliğe adım atmamanın özel bir sebebi var mı?
Evet var, anneme söz vermiştim. Okumam için çırpınan ve elinden gelen
her şeyi yapan anneme karşı sorumluluklarımın olduğunun farkındaydım.
Oraya gittiğimde ne pahasına olursa olsun okulumu bitirip, diplomayı
elime alacağımın sözünü vermiştim. Bu nedenle Amerika’da asıl hedefim,
okuduğum Uluslararası Ticaret bölümünden mezun olmaktı. Üç sene önce
kaybettiğim annemin de dediği gibi eğer basketbolda başarılı
olamasaydım, elimde bir diplomamın olması gerekiyordu. Aklımın bir
köşesinde her zaman onun dedikleri vardı. Gurur duyabileceği bir evlat
görmesi ve hayatını eğitimime adayışının karşılığını alması gerekiyordu.
Bunu başardım ve onu utandırmadım.
- Ancak okulundan mezun olurken bir taraftan da basketboldan
kopmamayı başardın ve 2004'te Spurs tarafından draft edilerek NBA’e adım
attın. Her ne kadar bir maçta forma giymemiş olsan da 2005'in şubat
ayına kadar Spurs’te geçirdiğin zamanı nasıl değerlendirdin?
Hem basketbola hem de hayat okuluna geç başlamış olmamdan dolayı
Spurs’te geçirdiğim süreyi eğitimimin bir parçası olarak görebiliriz.
Benim için draft edilmiş olmak bile büyük bir başarıyken bir de Gregg
Popovich gibi bir antrenörle aynı ortamda bulunmak inanılmazdı. Spurs,
bir insana basketbolun ne demek olduğunu anlatabilecek en güzel yer ve
ben de bundan fazlasıyla yararlandım. Hiçbir maçta dakika almamış
olabilirim ama onlarla beraber seyahatlere gidip antrenmanlara çıktım.
Bu bile benim için yeterli ve sıradışı bir deneyimdi.
- Spurs’ten ayrıldıktan sonra kariyerin konusunda hiç ümitsizliğe kapıldın mı?
Umudumun tükendiği anlar olmadı değil ama ABD'de öğrendiğim en önemli
şeylerden biri de profesyonelliğe bu şekilde adım atılıyor olmasıydı.
Hala gençtim ve önümde uzun bir kariyerin olduğunun farkındaydım. Yine
de büyük takımlar da bir sene boyunca hiçbir resmi maça çıkmayan bir
adamı transfer etmek istemezler. Ben de İtalya 2. Ligi'nde oynamaya
başladım ve burada kendimi gösterdim. Avrupa’yı tercih etmem hayatımda
verdiğim en iyi kararlardan biriydi.
- Sicc Cucine Jesi’de göstermiş olduğun
performans sana Barcelona’nın kapılarını açtı ama asıl parladığın takım
bir sene sonra transfer olduğun Siena’ydı. Şimdiki antrenörün Simone
Pianigiani ile orada büyük işler başardınız…
Evet, gerçekten kimse bizden art arda İtalya Ligi şampiyonlukları
beklemiyordu. Yeni oyunculardan kurulu bir takımdık ve Pianigiani ilk
başantrenörlük deneyimini yaşayacaktı. Hem bizim için hem de onun için
zor bir durumdu. İlk yıl şampiyon olduktan sonra takım halinde iyice
kenetlendik ve bundan daha fazlasını başarabileceğimizi anladık.
Ardından 2008’de Euroleague Final Four’una kalmak da bizim için
gerçekten büyük bir başarıydı. Öte yandan benim için de çok önemli bir 4
sene oldu. Siena’da Avrupa basketboluna iyice alışıp kendimi
geliştirmeye devam ettim. Buradaki tecrübelerin meyvesini de
Panathinaikos’ta Euroleague şampiyonluğu yaşayarak aldım diyebilirim.
- Peki, Fenerbahçe Ülker’in başındaki Pianigiani ile Siena’daki
Pianigiani arasında ne gibi farklılıklar var? Antrenörünün kariyerinde
geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsun?
Dediğim gibi; Pianigiani, Siena’nın başına geçtiğinde ilk defa
başantrenör olarak görev yapacaktı ve çok gençti. Hem o hem de biz
tecrübesiz sayılabilirdik. Bu nedenle birbirimizden çok şey öğrendik.
Şimdi geldiği noktada fazlasıyla tecrübe kazanmış bir antrenör
görüyorsunuz. Kendinden daha emin ve yere daha sağlam basan bir
antrenör. Onunla ilgili değişmeyen iki nokta var. Birincisi
Pianigiani’nin kazanma hırsı hiçbir zaman azalmadı. İkincisi ise hiçbir
zaman çok çalışmaktan vazgeçmedi. Pes etmenin ne demek olduğunu bilmez.
Ayrıca takımda bir kimya oturtmak için elinden geleni yapar. Herkesin
aynı hedef doğrultusunda yürüdüğünden emin olmak ister. Bunlar
Pianigiani için önemli noktalar.
- Senin Fenerbahçe Ülker’i tercih etmendeki sebepler nelerdi?
Avrupa’nın en büyük kupasını da kazanmış bir oyuncu olarak
Sarı-Lacivertli forma altındaki hedeflerin neler?
Öncelikle; İstanbul inanılmaz bir şehir. Burada, 20 milyonun üzerinde
taraftarı olan Fenerbahçe gibi bir kulüpte forma giymek, NBA kalitesinde
bir salona sahip olmak, binlerce kişinin önünde basketbol oynamak,
onların desteğini arkana alıyor olmak… Bunlar gerçekten Fenerbahçe’yi
tercih etmek için müthiş sebepler. Bu arada İstanbul’un inanılmaz bir
şehir olduğunu söylemiş miydim? Buradaki hedeflerime gelince; tabii ki
bütün kupaları kazanmak istiyorum. Daha önce Euroleague şampiyonluğu
yaşamış olmak bu konudaki arzumu azaltmıyor. Forma giydiğim sürece
içimdeki kazanma isteği devam edecek. Hedeflerimize tabii ki adım adım
ilerleyeceğiz. Bir taraftan da Türkiye Kupası ve Beko Basketbol Ligi’ni
de kazanmak için çalışacağız. Bunları yapmaya müsait bir kadromuz var.
- Hayatın boyunca yaşadığın tüm zorlukları bir
kenara koyarsak; Slovenya’da yaşanan pasaport krizi de seni fazlasıyla
etkilemiş olmalı…
İnan bana çok zordu. Hayatımın en uzun gecesiydi. Beni sahte pasaport
taşımakla suçlayıp gözaltına aldılar. Sahte bir pasaporta ihtiyacım olsa
bunu Orta Afrika Cumhuriyeti’nden çıkarmazdım. Çoğu insanın bilmediği
bir ülkeden sahte pasaport çıkarmak çok mantıklı değil sanırım. Ayrıca
ben 8 yıldır Avrupa’da forma giyiyorum ve her ülkeye aynı pasaportla
seyahat ediyorum. Bu olaydan önce buna benzer hiçbir şey yaşamadım.
Önceki pasaportumun sayfaları dolduğu için ülkemden yenisini aldım ve
çok kısa bir süre önce de ABD'ye gittem. Slovenya’da yaşananlar
inanılır gibi değildi. Böyle şeyler söylemek istemem ama bence onların
Afrikalı insanlarla bir sorunları var. Çünkü havaalanında bekletilen
insanların neredeyse tamamı Afrikalıydı.
- Havaalanındaki polisler senin basketbolcu olduğunu biliyorlar mıydı?
Tabii ki, Fenerbahçe Ülker'in oyuncusu olduğumun farkındaydılar, zaten
takım halinde giriş yapıyorduk. Asıl sorun oradaki polislerin ülkemi
bilmiyor olmalarıydı. Bana “Orta Afrika Cumhuriyeti de neresi, böyle bir
ülke mi var?” diye sordular. Hayatlarında ilk kez böyle bir pasaport
gördüklerini söylediler. Ben de onlara gerekli açıklamaları yaptım ve
buraya sadece maç için geldiğimi ve 24 saatten daha az bir süre kalıp
döneceğimi anlatmayı denedim. Slovenya’ya ne sığınmak için ne de orada
kalıp iş bulmak için gitmiştim ama polisler bana kaçak göçmenmişim gibi
davranıp gözaltına aldılar.
- Ertesi gün mahkemeye çıkana kadar neler yaşadın?
Onlara bir yanlışlık yaptıklarını söylemeye devam ettim ama bunlar için
mahkemeyi beklemem gerektiğini belirttiler. Sonra beni küçük bir odaya
kapattılar. Odada küçük bir yatak ve tek bir sandalye vardı. Böyle bir
durumda insanın gözüne uyku girmiyor. Mahkemeye çıkana kadar sandalyede
öylece oturup bekledim. İlk kez böyle bir şey yaşıyordum ve gerçekten
hiç kolay değil. Ertesi gün mahkemede haklı olduğumu görüp beni serbest
bıraktılar ama bu benim için yeterli değildi. Bu konuyla ilgili yasal
süreç de devam ediyor. Sonuçta yapılan bir yanlışlıktan dolayı o
zorlukları ben çektim ve adım hiç istemediğim bir şekilde anıldı.
Kimsenin “Sato sahte bir pasaportla yakalandı” şeklinde konuşmasına izin
veremem.
- Biraz da ülkenden bahsedersek; neden Orta
Afrika Cumhuriyeti’nden Sato dışında pek fazla basketbolcu tanımıyoruz?
Hâlâ devam eden ekonomik ve politik sorunlar ülkedeki basketbolu nasıl
etkiliyor?
İlk olarak; birçok insan Orta Afrika Cumhuriyeti diye bir ülke olduğunu
bile bilmiyor. Onlara ülkemin adını söylediğimde sadece isminden
Afrika’nın ortasında olabileceği sonucuna varıyorlar, o kadar. Çünkü
bağımsızlığını geç kazanan ve gelişmeye yeni başlayan ülkemde basketbol
adına büyük yatırımların yapıldığını söylemek zor. Bu nedenle Orta
Afrika Cumhuriyeti’nden bir tek Sato adını duyuyorsunuz. Ben de elimden
geldiğince her yerde ülkemi tanıtıp, elçiliğini yapmaya çalışıyorum.
Birçok kişi beni Orta Afrika Cumhuriyeti’nin başbakanı olarak görüyor.
Başbakan değilim belki ama iyi bir elçi olduğumu düşünüyorum ve bundan
gurur duyuyorum.
- Forbes Dergisi’nin 2011’de açıkladığı listeye göre Orta Afrika
Cumhuriyeti, dünyanın en mutsuz ülkesi olarak gösteriliyor. Sen bunun
aksini sergiler gibisin…
Çok küçük bir ülkede, ekonomik sorunlar ve durmadan değişen yönetim
nedeniyle insanların mutsuz olması doğal. Birçok şey yolunda gitmiyor,
en önemlisi de ülkede büyük sağlık problemleri yaşanıyor. Çoğu Afrika
ülkesinde olduğu gibi Orta Afrika Cumhuriyeti’nde de benzer sorunlar var
fakat yavaş yavaş işlerin düzeleceği konusundaki inancım tam. Sporun da
buna büyük katkısı olacaktır. Benim başardığımı birçok genç yapabilir
ve onlar da kendilerine güzel bir gelecek sağlayabilirler. Sanırım şu
anda dünyanın en mutsuz ülkesinin en mutlu adamıyım diyebilirim.
- Şu anda aktif basketbolcular arasından bir takım yaratacak olsan hangi oyuncuları seçerdin?
Listemin ilk sırasında kesinlikle Tim Duncan olurdu. Kişisel
yakınlıklarımı da düşünecek olursam; Tony Parker ve Manu Ginobili’yi de
takımıma alırdım. Tabii ki LeBron James, Kevin Durant ve Kobe Bryant’ı
da seçerdim. Hepsi birbirinden iyi oyuncular. Avrupa’dan seçme işine ise
hiç girmeyeyim çünkü sabaha kadar isim sayabilirim.
- Bir takımın genel menajeri olsaydın başantrenörlük görevine kimi getirirdin?
Tahmin edebileceğin gibi NBA’den ilk tercihim Gregg Popovich olurdu.
Hala çalışıyor olsaydı Phil Jackson’ı da seçebilirdim. Avrupa’dan ise
iki isim verebilirim; Simone Pianigiani ve Zeljko Obradovic.
- NBA’de desteklediğin takımı soracağım ama sanırım artık cevabını biliyorum…
Aynen öyle; San Antonio Spurs.
- Cevabını tahmin ettiğim başka bir soru daha; favori futbol takımın?
Listenin ilk sırasında tabii ki Fenerbahçe var ama ben genel olarak
futbol izlemeyi çok seviyorum. Bu yüzden Barcelona, Real Madrid, Chelsea
ve Manchester United gibi takımları da sayabilirim.
- En sevdiğin şehir?
Dünyanın birçok yerinde bulundum ve İstanbul’u da yeni yeni tanımaya başladım ama şu andaki tercihim sanırım Roma olur.
- Favori yemeğin?
Kebap ve pilav.
- Peki en beğendiğin film hangisi?
Rush Hour. Jackie Chan favori aktörüm.
- Müzikle aran nasıl?
Her şeyi dinlemeye çalışıyorum ama genel olarak dini müzikleri seviyorum.
- Kitap okumaya zamanın oluyor mu?
Çok fazla olmuyor ama hayata dair şeyler okumayı seviyorum. Çok bunaldığımda İncil’i okuyorum.
- Arabalara özel bir ilgin var mı?
Hayatta en kötü olduğum konulardan biri budur. Hiçbir aracı sürmeyi bilmiyorum.
- En sevdiğin renkleri sorsam?
Hem Siena hem de Panathinaikos’tan dolayı uzun bir süre yeşildi ama artık tamamen sarı ve lacivert.
- Basketbol dışında İstanbul’daki günlerin nasıl geçiyor?
Eşim ve üç çocuğumla ilgileniyorum. İki ve dört yaşlarında iki oğlum ve
yedi aylık bir kızım var. Onlarla zaman geçirmeye çalışıyorum. Büyük
oğlum şimdi okula başladı ve Türkçe öğreniyor. Sanırım Türkçeyi benden
daha iyi konuşacak. Belki bana da yardımcı olur.